Korku filmi tutkunları için her yıl merakla beklenen The Science of Scare projesi, 2025 sonuçlarını paylaştı. Bilimsel verilere dayalı olarak hazırlanan bu özel liste, hangi filmlerin izleyicilerin kalp atışlarını en fazla yükselttiğini ortaya koyuyor. Her yıl düzenli olarak yapılan araştırmada, gönüllü izleyicilere farklı korku filmleri izletiliyor ve kalp ritimleri, stres seviyeleri ile ani tepki değişimleri ölçülüyor. Elde edilen veriler, korkunun sadece “hissetmekle” değil, biyolojik olarak da nasıl yaşandığını gözler önüne seriyor. Bu yılın sonuçları ise, korku sinemasının en ürkütücü filmini yeniden belirledi. Ancak zirvede sürpriz bir değişiklik olmadı.
Sinister, yine en korkutucu film seçildi
2012 yapımı Sinister (Lanet) bu yıl da “en korkunç film” unvanını korumayı başardı. Scott Derrickson’ın yönettiği ve Ethan Hawke’un başrolünde yer aldığı film, karanlık atmosferi ve rahatsız edici hikâyesiyle bir kez daha rakiplerine fark attı. Araştırmaya göre, Sinister izleyenlerin ortalama kalp atış hızını dakikada 86’ya çıkardı — bu, dinlenme hâlindeki ortalama kalp atış hızının %32 üzerinde. Filmin en korkutucu anlarında ise bazı izleyicilerin kalp atışları 130 bpm’e kadar yükseldi. Uzmanlara göre bu, gerçek bir korku filmi rekoru.
Sinister’ın başarısının arkasında, sadece ani korku sahneleri değil; psikolojik gerilimi sürekli yüksek tutan kurgusu da bulunuyor. Film, bir yazarın taşındığı evde bulduğu gizemli video kasetler üzerinden ilerliyor. Bu kasetlerdeki ürkütücü görüntüler, doğaüstü bir varlığın varlığına işaret ediyor. Sinister’ın bu kadar etkili olmasının nedeni, izleyiciyi hem zihinsel hem fiziksel olarak rahatsız eden bir atmosfer yaratması olarak gösteriliyor.
Kalp atışlarını zirveye taşıyan filmler
The Science of Scare projesinin 2025 listesinde Sinister’ın ardından, Host ikinci sırada yer aldı. Pandemi döneminde Zoom üzerinden çekilen Host, kısa süresine rağmen izleyicileri derinden etkilemeyi başardı. Film, sanal bir seans sırasında yanlışlıkla bir ruhu çağıran arkadaş grubunun başına gelenleri anlatıyor. Gerçekçi çekim tarzı ve sürekli artan gerilimi sayesinde, birçok izleyicide klostrofobi hissi yaratıyor.
Üçüncü sıradaki Skinamarink, düşük bütçesiyle dikkat çekse de yarattığı atmosferle izleyenleri rahatsız etmeyi başarıyor. 90’ların ev içi estetiğini yansıtan karanlık sahneler, izleyicide hem nostalji hem tedirginlik duygusunu aynı anda uyandırıyor. Insidious ve The Conjuring gibi klasikleşmiş yapımlar ise listede üst sıralardaki yerini koruyor. Her iki film de başarılı yönetmen James Wan imzası taşıyor ve izleyicilerin nabzını hızlandırmada hâlâ son derece etkili.
İlk 10 listesinin devamında ise modern korku sinemasının en çarpıcı örnekleri yer alıyor. Hereditary, Smile serisi, The Exorcism of Emily Rose ve Talk to Me gibi filmler, hem hikaye anlatımı hem de teknik kaliteleriyle öne çıkıyor. İşte 2025 yılı The Science of Scare sonuçlarına göre, izleyicilerin kalp atışlarını en çok yükselten 10 korku filmi:
- Sinister (2012)
- Host (2020)
- Skinamarink (2022)
- Insidious (2010)
- The Conjuring (2013)
- Hereditary (2018)
- Smile 2 (2025)
- Smile (2022)
- The Exorcism of Emily Rose (2005)
- Talk to Me (2023)
The Science of Scare Project, bir eğlencelik liste olmanın ötesinde, korkunun insan vücudundaki etkilerini bilimsel yöntemlerle ölçen bir araştırma olarak dikkat çekiyor. Deneyler sırasında, katılımcılar özel sensörlerle donatılmış koltuklarda filmleri izliyor. Her film boyunca ortalama ve zirve kalp atış hızları, stres seviyeleri ve ani tepki anları ölçülüyor. Ardından bu veriler bir algoritma yardımıyla analiz edilerek, hangi filmin izleyicileri en çok “fiziksel korku”ya maruz bıraktığı hesaplanıyor.
Projenin arkasındaki ekip, amaçlarının sadece “en korkunç filmi bulmak” olmadığını vurguluyor. Aynı zamanda korkunun sinema aracılığıyla nasıl tetiklendiğini, hangi ses ve görüntü unsurlarının insan beyninde tehdit algısı yarattığını da anlamaya çalışıyorlar. Özellikle Sinister ve Hereditary gibi filmlerin, korkuyu doğrudan yüzeye çıkarmak yerine yavaş yavaş tırmandırmasının beyin üzerinde daha kalıcı bir etki bıraktığı belirtiliyor.
Korkunun Evrimi: Modern sinemada yeni dönem
Son yıllarda korku filmleri, yalnızca “korkutma” amacı taşımaktan çıkıp, duygusal ve psikolojik katmanları da işleyen yapımlar haline geldi. Hereditary, Smile veya Talk to Me gibi filmler, korkunun sadece canavarlar ya da doğaüstü varlıklarla değil, insanın kendi zihniyle de ilişkili olduğunu gösteriyor. Bu da korku türünü, hem eleştirmenler hem de izleyiciler nezdinde daha derin bir noktaya taşıyor.
Özellikle yapay zekâ destekli görsel efektler ve yüksek çözünürlüklü ses teknolojileri, korku filmlerinde gerçekçilik hissini artırıyor. İzleyici artık sadece izlemiyor, adeta sahnenin içindeymiş gibi hissediyor. Bu da kalp atışlarındaki ani yükselişlerin sebeplerinden biri olarak gösteriliyor. The Science of Scare araştırmasının, modern sinemanın teknik evrimiyle paralel olarak her yıl farklı sonuçlar vermesi de bundan kaynaklanıyor.
Korkmak sağlığa zararlı mı?
Araştırmanın en merak edilen yönlerinden biri de, bu yoğun korku deneyimlerinin sağlığa etkisi. Uzmanlar, kısa süreli korkunun kalp ritmini hızlandırdığını ancak uzun vadede zararlı olmadığını belirtiyor. Hatta, bu tür kontrollü korku deneyimlerinin vücudu adrenalin salgılamaya teşvik ederek stresle başa çıkma becerilerini geliştirdiği bile ifade ediliyor. Yani korku filmleri, doğru dozda izlendiğinde bir tür “duygusal egzersiz” işlevi görebiliyor.